Enrique…

Kısa ve gerekli bir özür ile yazımıza başlayalım efendim. Geçtiğimiz aylarda başka işlerimizin yoğunluğundan dolayı bu dergahı biraz boş bıraktığımız doğrudur. Önümüzdeki yaz aylarında bunu azami düzeyde telafi etmeye çalışacağımızı söyler, yazıya doğru arz-ı girizgah ederim.

Yaşı 20’nin üzerindeki Galatasaraylı futbolseverlerin yakınen bildiği iki maç vardır. Takımın formunun üst düzeyde olduğu, başlama düdüğünün öncesinde benim ve diğer Galatasaraylıların heyecanla ve umutla beklediği, iki ayrı sezonda ama üç ay arayla gerçekleşen, Şampiyonlar Ligi dahlinde ikisi de Ali Sami Yen’de oynanan, iki adet Barcelona maçından bahsediyorum. Bu iki maçta atılan toplam üç golün ikisinde imzası bulunan bir santrafor ise yazımızın bizati kahramanı olacak. 19 mart 2002 tarihinde Barcelona’nın 1-0 kazandığı o maçta, Mondragon’dan dönen topu tamamlayıp Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi çeyrek final umutlarını söndüren; 24 eylül 2002 tarihinde ise bizzat kapalı alt tribünde izlediğim maçta, yine Mondragon’u, boşa çıktığı bir korner atışında kafa vuruşuyla mağlup edip takımının 2-0’lık galibiyetini tescilleyen; ve bu iki golü estetikten uzak, kariyerindeki birçok gol gibi tamamen fırsatçılığıyla ve hırsıyla elde eden, Galiçya doğumlu, Madrid dönmesi ama Barcelona tarihine adını futbolcu efsaneler arasına yazdırmış, dahası bunu yeteneğinden çok hırsıyla yapmayı başarmış, en önemlisi de kısa teknik direktörlük kariyerinde çabucak zirveye çıkmasını bu özelliklerine ve onlarla harmanladığı başka yetilerine bağlayabileceğimiz bir futbol adamından, Luis Enrique Martínez García’dan, bilinen ismiyle Luis Enrique’den bahsedeceğiz…

n_f_c_barcelona_luis_enrique_martinez-17759Hayatımda onu futbolcu olarak canlı gözle seyrettiğim tek maçtan aklımda kalanlar, gol arayan, gol kovalayan, çapraz koşu yapan, hakemle didişen, sürekli defans ardında biten, Kluivert ile bir olup bizim efsane kaptan Bülent ile 2 ay dayanabildiğimiz Mohammed Sarr’ı hayattan bezdiren, hırs küpü bir forvet olduğu. Tabi objektiflik açısından bu gözlemimi 11 yaşında yaptığımı belirtmekte fayda var. Ama o maçla birlikte Luis Enrique’yi herkesçe bilinir kılan özelliğin aklımda net biçimde kaldığını söyleyebilirim: Hırs. Yılmamak ve savaşmak, Real Madrid’de tipik 4-4-2 ortasahası konumundan Barcelona’da yıllarca forvet oynayabilecek bir futbolcu haline gelmesini açıklayacağımız en önemli özelliğiydi Luis Enrique’nin. Ki çok üst düzey bir yeteneğe sahip olmadan, senelerce dünyanın en önemli takımlarından üçünde (Real Madrid, Barcelona, İspanya milli takımı) bir yıldız statüsünde var olabilmek, savaşçılığı en derin şekilde sergileyebilmekle ve özel bir karakter olabilmekle bakidir düşüncesindeyim. Barcelona formasıyla 207 maçta 73 gol kaydeden, normal bir forvet oyuncusuna göre az sayılabilecek (0.3 civarı) bir ortalamayla rağmen (hele şimdiki üçlünün yanında solda sıfır) onu Barcelona’nın bir efsanesi ve belki de şimdiki teknik direktörü yapan, her oyuncuda olmayan bazı özellikleriydi Luis Enrique’nin. Her daim 21 numarayı taşıdığı Barcelona formasıyla oynadığı “El Classico”ları hatırlayanlar, bir Galiçyalının nasıl bir Barcelona efsanesi olduğunu, hem de bunu Real’den gelerek başardığını bileceklerdir. Mesela o devre yetişemeyen futbolseverler için örnek vermemiz gerekirse; milli takımla son maçı olan 2002 Dünya Kupası çeyrek final maçında, hakem katliamıyla İspanya Güney Kore’ye penaltılarla mağlup olunca saha ortasında yıkılan Luis Enrique’nin, bugün kulübede cool tavırlar içinde olan (veya olmaya çalışan) Luis Enrique’den bambaşka olduğunu söylemeliyiz. Oynadığı takımlarda giydiği 21 numaranın her zaman bir ikili mücadelenin içinde bulunduğu da onunla ilgili bir başka gerçek.

luis-enrique-basin-karsisina-cikti--853689

Futbolcu Luis Enrique’nin yetenekleri ve hırsını kombo yapıp var ettiği önemli kariyerine, teknik direktör Luis Enrique’nin neler ekleyeceği veya eklemiş olduğu merak konusuydu sezon başında Barcelona’ya teknik patron olduğunda. Alışık olduğumuz agresifliğinden uzak geçen Roma kariyeri ve başarısızlığı, aynı zamanda Celta Vigo’yu orta sıra takımından öteye çıkaramaması büyük soru işaretleriydi. Hele ki Gerardo Martino’nun -görece- başarısızlığından sonra Luis Enrique’yle Katalanların içleri sezon başında çok rahat mıydı, bence ciddi tartışılır. Ama sezon sonu itibariyle Luis Enrique ilk senesinde çok ciddi bir başarıya ulaşmak üzere ve iki kupayı müzesine götüren, Kupa 1 finalinde de net favori gösterilen bir takımın teknik direktörü şu anda. Tabii ki kendisine ciddi biçimde yardımcı olan bir forvet üçlüsü var ve bu Luis Enrique için çok ciddi bir şans. Kendisinin de belirttiği gibi Messi-Neymar-Suarez triosu “dünyada tek ve orijinal”. Rakiplere korkulu rüya olan bu üçlünün yanı sıra Real’in ligdeki beklenmeyen tökezlemeleri ve Şampiyonlar Ligi’ndeki maçların belki de beklenenden daha kolay geçmesi de Luis Enrique’nin avantajlarıydı. Ama herşeyden öte, teknik direktör olarak onun tecrübesizliğini kapatacak Xavi gibi yan unsurlar en büyük şansıydı belki de. O meşhur Sociedad maçında Xavi tarafından Lionel Messi’ye dönük sarfettiği söylenilen “kendine gel” içerikli konuşma, belki de Luis Enrique’ye “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” olarak aks ediyordu ve ilk senesini kurtaracak bir aydınlanma yaşıyordu Luis Enrique. Kendisinin de zamanında bir yıldız olduğunu, daha da ötesinde Barcelona için birçok şey ifade ettiğini anımsıyor; aynı sıfatların şu anda “10 numaralı oyuncusu” için geçerli olduğunu, hatta istatistik olarak kendisinden çok daha vazgeçilmez olduğunu kavrıyordu. Sezon içinde “idare” sanatını da öğrenmişti bir teknik direktör olarak. Hoca olarak bazı şeyleri değiştiremeyecek olduğunu ve kendi döneminin Barcelona’sından artık pek eser kalmadığını, daha çok hırs daha az yetenekle efsane olunan günlerin geride kaldığını kavrıyordu. Ve belki de muhteşem rakip trioya (Ronaldo-Bale-James) karşı kendi muhteşem triosunu ateşleyecek o barışı sağlıyordu. Akabinde ise “10 numarası” hem solo hem de koro halinde coşarken, Luis Enrique de şu sözlerle kimine göre yenilgisini, kimine göre zaferini tarif ediyordu: “Ne benim dönemimde ne de öncesinde onun gibisi olmadı. Leo, futbol tarihinin en iyisi. Hiç şüphem yok. Cristiano üst düzey bir oyuncu ama  futbol açısından Leo’nun altında.”

1289679-27786395-1600-900Luis Enrique Martínez García, futbolculuğundaki hırsı ve yeteneğine, Barcelona’daki ilk teknik direktörlük senesinde “idare yeteneğini” ve büyük takım hocalığında olmazsa olmaz “manevra kabiliyetlerini” de katmış bir futbol adamı… Ama hala gözlerinde, bazen de kulübenin kenarında o savaşçı futbolcunun arzusundan eser görebiliyoruz. Real Madrid’in 100.yıl kutlamalarına davet edilenler arasında daveti reddeden tek futbolcu olan, gerekçe olarak da “daha önemli bir işim vardı, akşam yemeğine randevum” cümlesini sarfeden bir isim Luis Enrique. Ve şu anda teknik direktör olarak da kulüp tarihine geçmek üzere. 11 yaşında Galatasaray-Barcelona maçında canlı gözle izledikten sonra bir kez daha hayran olduğum Luis Enrique’ye benden gelsin: Tebrikler 21 numara!

Yorum bırakın