Albert Heijn’ın Torunları, Willem-Alexander’in Aslanları…

Malum futbolumuzda ulusal bir heyecan yaşamayalı epey bir zaman oldu. Beşiktaş’ın ülkeyi kenetleyen 4 maçlık UEL maratonunu saymazsak, kendimizi iyiden iyiye annemizin ligindeki kupa yarışına odaklamış durumdayız. Hal böyleyken, uzun zaman süren milli maç hasretimizi (!) dindirecek müsabaka sessiz sedasız yanaştı takvimimize. Amsterdam’da cumartesi günü oynanacak 90 dakika; belki de epey bir süreden sonra kamuoyu olarak ilk defa yolunu gözlemediğimiz, saatlerini saymadığımız, halihazırda “milli tükenmişlik sendromu”nun etkisiyle karşıladığımız bir büyük maç olacak. Her ne kadar grupta azalan iddiamız, Emre olayı, silah gibi faktörler milli hevesimizi kırmış olsa da; dünya kupaları tarihinde 3 kez final oynama başarısını göstermiş, dünyada “ekol” olarak nitelendirebildiğimiz nadir ülkelerden biriyle oynayacağımız maç, keyif alınması gereken bir maç ve onlar adına yazılacak bir girizgahı hakediyor açıkçası (bu girizgah lafını da epey sevdim ama kendimi tekrarlıyorsam affı mağfiret ediniz değerli okurlar).

036_zaanseschans
Zaanse’deki ilk Albert Heijn dükkanı.

Hollandalılar, eğer belli bir açıdan bakarsanız, aslında bize hiç de uyumsuz gözükmeyen bir millet olarak dikkat çekiyorlar. Futbolu seviyorlar, yemeyi içmeyi seviyorlar, ticareti seviyorlar, esnaf ruhlular, girişimciler, güleryüzlüler vesaire. Tabi onları bizden ayıran temel faktörlerden biri sevdikleri çoğu şeye sistem getirmeleri, bizim gibi sadece sevdikleriyle kalmamaları. Örnek vermek gererkirse, memleketin ilk ileri görüşlü esnaflarından 1865 doğumlu Albert Heijn nam beyefendi, Zaanse şehrinde ata yadigarı kahve değirmenciliğini 1887’de biraz daha çeşitlendirip marketçiliğe döndüğünde, “Bu şehrin insanları bizim müşterimiz. Müşteri de bizim en önemli parçamız. Onlara yenilikçi fikirlerle gelmeliyiz, onları tatmin etmeliyiz” şeklinde beyanat vermiş ve ülkenin ilk marketini faal kılarak soydaşlarının girişimci ruhuna en somut örneklerden birini ortaya koymuş (beyanat sallamasyon değildir, gerçektir). Tabi zamanla çocukları ve torunları o munis marketi alıp, yavaştan yavaştan sistemini döşeyip, ülkenin %70’ine hitap eden dev bir zincir haline getirince daha net anlaşılıyor ki; bir işe amatör ruhla başlayıp, sistematik biçimde profesyonelliğe geçişi başarılı kılmak bu adamların hamurunda var. Yani bu cümleden asıl kastım, dev projeksiyonlardan kaçınarak ciddi bir tutumla, profesyonelce işini yapabilmek biraz da. Nitekim bu dev perakende zincirinin de resmi sponsoru olduğu (dikkatli okurlar Hiddink ve Sneijder’in basın toplantısında arkadaki AH logolarını hatırlarlar) Hollanda milli takımının, Cüneyt Çakır’ın yönettiği son Dünya Kupası yarı final müsabakasında oluştuğu ilk 11, rakibi Arjantin’in yarısı kadar mali değerde (124 milyon EUR) bir ilk 11 olarak dikkat çekiyordu hatırlarsanız. Büyük liglerden sadece 3 oyuncu barındıran (Van Persie, Robben, Vlaar), annemizin liginden iki oyuncu bulunduran (Sneijder, Kuyt), geri kalanı pek de yüzüne bakmadığımız Hollanda liginden, hatta bir oyuncusu o dönem Hollanda ikinci liginden (Wijnaldum – Jong PSV) olan bu 11’in, tek başına bir oyuncusunun (Messi) ederini karşılayamadığı Arjantin milli takımına karşı penaltılarda boyun eğen bir ilk 11 olması; bu elemanların işlerinde gösterişsiz ama ciddi olduklarının bir başka örneği bana göre. Bu gösterişsiz 11’in defans bloğunun da bir değişiklik haricinde (Vrij – Janmaat) aynı şekilde bizle oynadıkları (ne tesadüf ki yine bir kader maçıydı) son maçta görev aldığını ve bizim burun kıvırmamıza rağmen bir pozisyon haricinde forvetlerimize şans tanımadıklarını belirtmekte fayda var.

100716_195885_novum.07-16-2010.0667Tabi koskoca bir ekole gösterişsiz demiş olmamız, yanlış anlaşılmalara mahal vermesin. Hollanda tarihinde her zaman büyük yıldızlar çıkarmış bir futbol ülkesi, ama bunun yanında reklamsız savaşçılar da yetiştirebilmesiyle başarılı olmuş bir ekol. Şüphesiz ki her daim futbol dansçılarının topluluğu olmuş Brezilya, her zaman kadrosunda makine ayarında 11 yıldız bulunduran Almanya, savunmacılarını star haline getirebilmiş İtalya, büyük oyunculara sahip Arjantin, İngiltere, Fransa gibi ülkeler de çok başarılı oldular ama Hollanda milli takımlarının en önemli özelliği hiçbirinde tam kendini göstermedi: ordu halini alabilmek. Yani bir yıldız ve etrafında ona kusursuza yakın serviste bulunabilen askerler. 1974, 1978 finallerinde Cruyff, 1988 Avrupa şampiyonluğunda Van Basten, 1998 yarı finalinde Bergkamp, 2010 finalinde, 2014 yarı finalinde Robben ve etrafında sırasıyla Neeskens, Wouters, Zenden, de Jong gibi gösterişsiz ama yararlı oyuncular. Nitekim bu gösterişsiz ama yararlı oyunlarıyla basamak atlayıp, sıraları geldiğinde milli takımdaki yerlerini aynı tarzdaki genç arkadaşlarına bırakan oyuncuları, Hollandalıların hayatlarında nasıl bir sistematik düzeni benimsediklerinin futbol dilindeki versiyonu belki de. Bu maçta da pek adı duyulmayan bazı futbolcular, görev almaları takdirde önemli işler yapabilir. Ligde şampiyonluğa koşan PSV Eindhoven’ın defanstaki sigortalarından Jetro Willems ve Ajax’ta bu sezon hatırı sayılır skor istatistiği yapan (6 gol, 9 asist) Davy Klaassen gibi.

article-2661797-1EE501DE00000578-563_634x417Tabi yaptığı işte gösteriş, şov aramayan bu adamlar, iş boyunca ciddiyetlerini korumaya bildikleri gibi işleri bitince yemesini içmesini de iyi biliyorlar. Bu size birilerini hatırlattı demeyi isterdim ama, maalesef biz sadece yemeyi içmeyi düşünüp iş ciddiyetinde biraz topallıyoruz. Konumuza dönecek olursak, Beatrice’den sonra tahta geçen ve 100 küsür seneden sonra tahtın ilk erkek sahibi olan futbol aşığı mevcut kral Willem-Alexander’in doğumgünü yaklaşıyor (27 nisan) ve ülke her sene tahtın sahibinin doğumgününü çılgınlar gibi kutluyor. Futbolseverler, kral Willam-Alexander ve eşini 2010 Dünya Kupası final maçında şeref tribününde, portakal renkli atkılarıyla verdikleri görüntülerden hatırlayacaklardır. O maçta hop oturup hop kalkan ve maç sonu yıkılan kral dört sene sonra, az önce bahsi bolca geçen Hollanda – Arjantin yarı final maçında yine hüsrana uğramış ama en azından aslen Arjantinli olan kraliçenin yüzünde beliren galibiyet sevinciyle teselli olmuştu (eşinizin mutluluğu sizin mutluluğunuz tabi). 2013 yılında biraz önce belirttiğim 100 küsür senelik taht değişimine ve akabindeki çılgın kutlamalarına Amsterdam Musiemplein’da canlı şahit olmuştuk. Hatta kraliyet ailesinin soyadından (Oranje) ileri geldiğini orada öğrendiğim, ulusal renkleri portakal renginin de sel halinde bütün bir meydanı kaplamasının keyfine varmıştık. Bizim maçta galip gelmeleri belki o derece heybetli bir kutlama yapmalarına vesile olmaz ama, ülke genelindeki barlarda, bilimum çeşitli biralar eşliğinde bu maç yoğun bir heyecanla takip edilecektir. Belki kral Willem-Alexander aslanlarına prim bile vaad etmiş olabilir, çünkü bu işine konsantre adamlar uzun bir aradan sonra ilk defa eleme sürecinde bu kadar geride ve rahatsız. Bizim kadar olmasalar da, telaşlılar.

Uzun lafın kısası, Willem-Alexander’in aslanları, ay yıldızlılara karşı bakalım neler yapacak hep birlikte göreceğiz. Tabiki şahsen gönlüm kendi milli takımımdan yana. Ama şu bir gerçek ki, bu maçın keyfi de Hollanda’daki barlarda bir başka olur tabi. Albert Heijn’ın torunlarının sattığı çerezler ve Gerard Adriaan Heineken’in torunlarının ürettiği biralar eşliğinde maçı izleyecek varsa selam olsun. Ayrıca bir selam da, 5 aycık da olsa keyfili bir yaşam sürdüğümüz bu tatlı ülkeye olsun.

Dipnot: Göz atmak isteyenlere, Hollanda’da neden yaşamamak (!) gerekir.

holland-header-short

Yorum bırakın