Mehmet Topal Hakkında Gecikmiş ve Gerekli Bir Yazı

Normalde bu yazı birkaç hafta önce kaleme alınsa zamanlama olarak daha isabetli olabilirdi. Hatta Valencia’da oynadığı zamanlardan beri yazılacak olan ama sürekli ertelenen bir yazı bu. Oralardan bu yana sezonlar, yıllar geçti ve şükür ki bu yazı kaleme alınacak oldu. Yazımızın mevzubahis kişisinin, içinde bulunduğumuz sezona girerken kör bir kurşuna kurban gitmekten son anda kurtulması ve 3 sezon boyunca çubuklu formasıyla gösterdiği son derece temiz ve disiplinli oyuna karşı yeni sezona yedek başlaması talihsizlik veya şanssızlık olarak mı değerlendirilir, yoksa “iyiler mutlaka kazanır” felsefesinin aslında ne kadar içi boş bir cümle olduğunun tezahürü olarak mı kabul edilir, yorum kamuoyunun. Ama sadece son sezonların değil, belki de Türkiye Birinci / Süper Futbol Ligi tarihinin en büyük futbolcularından birinin (büyüklükten kastı lütfen sadece yetenek olarak algılamayınız) bu talihsizliklerinden bağımsız, forma giydiği renklerinden bağımsız, en azından bu mütevazi blog sitesinde de olsa onore edildiği bir yazıyı hakettiği düşüncesindeyim. Hatta belki de Türkiye’de en hakeden oyuncu olduğu kanaatindeyim.

Hayatında verdiği ilk röportajda Mehmet Topal, Galatasaray Dergisi’nin 2006 yılı Ekim sayısına Dardanel’den Galatasaray’a transfer hikayesini şu şekilde anlatıyor; “Sezon başından beri form grafiğim üst düzeydeydi. Geçen sezondan beri başka takımlar tarafından izlendiğimi biliyordum. Ama transferin son günü idmandan çıktıktan sonra takım arkadaşlarımla bir pastanede otururken her şeyden umudumu kesmiştim. Arkadaşlar bana `gidemedin, kader kısmet` derken bir anda telefonum çaldı. Galatasaray’dan arandığımı söylediler. Adnan Sezgin bana `transferin gerçekleşti, otobüse atlayıp gelebilirsin` dedi. Ben de elimde telefon öyle kaldım. Tüylerim diken diken oldu. Yüzümün rengi değişince arkadaşlar korktu. “Bir şey mi oldu?” dediler. Konuşamıyordum. “Galatasaray’a transferim bitmiş” diyebildim. Gece saat üç otobüsüne bilet aldım. Hala inanamıyordum. 4-5 saat zamanım vardı. Tesislerde arkadaşlarla oturuyorduk. “Ben şimdi ne yapacağım, ne edeceğim” diyordum. Daha dün televizyonda izlediğimiz Hakan, Hasan ağabeylerle idmanlara, maçlara çıkacağım. Mesela onlarla nasıl oturacağım, ne konuşacağım diye çok heyecanlanıyordum. Kendi kendime dua ediyordum. Çocukluktan beri hedeflerimin bir basamağı gerçekleşmişti benim için. Şimdi daha büyük hedefler koymam gerekiyordu kendime”. 2006 yılında Çanakkale Dardanelspor’dan Galatasaray’a transfer olmak için otobüse atlayıp İstanbul’a geldiğinde, sadece 20 yaşında bir GVGF (Gelecek Vaadeden Genç Futbolcu)
mehmet_topalstatüsündeydi  Mehmet Topal. Otobüsten inip imzayı attıktan sonra, daha imzası kurumadan çıktığı ilk maç olan Denizlispor deplasmanı, onun Galatasaray formasını ilk terlettiği maç oldu. Muhtemelen düstur olarak Ulu Önder’imizin “Bütün ümidim gençliktedir” sözünü kabul eden dönemin Galatasaray TD Erik Gerets hoca, gencecik Arda Turan’ı UCL ön elemesinde Mlada Boleslav’a karşı ilk 11’de sahaya sürdüğü gibi; gencecik Mehmet Topal’a da Denizli deplasmanında ilk 11 görevini vermişti. Genç Mehmet hatasızdı ama, heyecanı ve henüz 1 hafta önce 2.Lig B Kategorisi oyuncusu olmanın verdiği tutukluğu aşamamıştı belli ki, kimse de ondan 1 hafta içinde bir Süper Lig oyuncusu olmasını bekleyemezdi. Daha sonra içeride berabere kalınan Ankaragücü maçının son dakikalarında fırsat buldu. Yine stresli bir maçtı, son dakikalarda taze kan olarak girmişti ve uzun boyuna rağmen son dakikalarda korner için kafa topuna çıkmaktan bile çekiniyordu Mehmet. Çekingenliği vardı ama yine stres altında hatasız bitirdi maçı. Belli ki kaliteli kumaştı ama zamana ihtiyacı vardı GVGF’likten sıyrılması için. Sezonu 16 maç, 9 ilk onbir, 870 dakika istatistiğiyle gol atamadan bitiriyor, sonraki sezonlar için umut veriyordu. Bir kırılma anına ihtiyacı vardı kariyerinde. Ve belki de, o kırılma anı sonraki sezon yıldız olarak transfer edilen Tobias Linderoth’un sakatlığıyla doğdu Mehmet Topal için. 2007-08 sezonunu çok verimli geçirdi, Galatasaray kariyerindeki  ilk golünü iç sahada Gençlerbirliği karşısında kaydetti, sezonu totalde 38 maç, 31 ilk 11 ve 2803 dakikayla bitirdi. Artık Galatasaray’ın daimi ilk 11 elemanıydı ve Euro 2008 milli takım kadrosuna girmeye hak kazandı. Mehmet Topal artık gerçekten bir büyük takım oyuncusuydu. İlerleyen sezonlar, Mehmet Topal’ın m-topal-valencia-45666Galatasaray’da daha başarılı olduğu sezonlar olacaktı da… Mehmet’in kariyerinde olmazsa olmaz bir hedefi vardı: Avrupa’da top koşturmak. Galatasaray Dergisi’ndeki ilk röportajında da, sonraki bütün söyleşilerinde de belirtiyordu bunu. Ve nihayet Avrupa’da oynama hedefini 2010 yaz transfer sezonunda tutturdu. Valencia kulübü, Galatasaray’ın kapısını 5 milyon avroluk bir bedelle çalıyor, Mehmet Topal da kimliğini bulduğu kulübüne dönemin şartlarında başarılı bir bonservis bedeli kazandırarak Arda’dan bir sezon önce La Liga’nın yolunu tutuyordu. Yükü artmıştı, artık Avrupa hayalini gerçekleştiren bir Türk oyuncusu ve bizleri İspanya’da temsil eden bir “lejyoner”di. Yük ağırdı, lig ağırdı ama o da bir “Mehmetçik” olarak yükünün üstesinden geldi ve ilk sezonunda Valencia’da 29 maç, 25 ilk onbir ve 2225 dakikalık bir performans gösteriyor, tek golünü Gijon’a karşı kaydediyor ve oldukça başarılı bir sezonu geride bırakıyordu. Bir sonraki sezon da hemen hemen çizgisini bozmuyordu Mehmet, ama 2012 yazında sürpriz bir kararla çok istediği Avrupa’dan Türkiye’ye geri dönüyor, ve bu sefer suyun karşı tarafına imza atıyordu. Fenerbahçe’nin cazip teklifi Mehmet Topal’ı ikna ediyor, Mehmet de yeni kulübünde istikrarını sürdürüyordu. İlk sezonda tam 51 maçta görev aldı, ikinci sezonda 31, üçüncü sezonda 41 maçta oynadı. İstikrarını bozmadan, temiz oyunuyla Fenerbahçe taraftarının sevgisini ve saygısını kazandı, düzgün ve efendi kişiliğiyle Galatasaray taraftarından kazandığı sevgi ve saygıyı kaybetmedi.

Mehmet & Selda Topal
Mehmet & Selda Topal

Mehmet Topal’ın kendisine verilen her görevi yapabilen, defansta ve defansif ortasahada görev ayırdımında bulunmayan ve bunları temiz ve istikrarlı bir oyunla yapabilen, yani tabiri caizse “asker” bir futbolcu olmasının kökeninin karakteristik özelliklerinden geldiği konusunda fikir birliğine varmak sanırım güç değil. Valencia’ya gitmeden hemen önce evlendiği eşi Selda Topal ile sıkça yardım organizasyonları düzenlemeleri, onlarca böbrek hastası çocuğa umut ışığı olmaları zaten futbola en düşman bireyi bile tek başına Mehmet Topal fanı yapabilir bir  olay. Zaten Selda hanım da bir röportajında eşinin naif kişiliğinden dem vuruyor; “Mehmet’e bir türlü hayır demeyi öğretemedim.” Ama 2011 Kasım ayındaki Van depremi ve aynı dönemdeki terör olayları için, Valencia’nın Athletic ile oynadığı maç öncesi takımının siyah bantla müsabakaya çıkmasını sağlamak, belki de bu devirde ancak Mehmet Topal’ın vesile olabileceği bir olaydı; “Şehit ailelerimize Allah’tan sabır diliyorum. Bu hafta sonu oynanacak maçta takımımın teröre bir tepki olarak şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunması hususunda teknik direktörümle görüştüm. Ben de maça siyah bantla çıkacağım.” Mehmet aslında tipik bir büyük takım oyuncusu değildi aslında. Dardanelspor’dan sonra oynadığı üç dev camiada değişmez ilk onbir elemanı olurken, aslında ruhunda hala Malatya Belediyespor altyapısında ve Çanakkale Dardanel’de oynarkenki taşıdığı özellikler Mehmet Topal’ı Mehmet Topal yapan unsur. 2013 yılının Şubat ayında Fenerbahçe Gazetesi’ne verdiği röportajda “Çok alçakgönüllü olduğunu biliyoruz. Maçlardan önce yanına gelen herkesle sohbet ediyorsun, imza veriyorsun, onları kırmıyorsun” şeklinde yöneltilen soruya verdiği cevap da Mehmet Topal ruhuna bir örnektir diyebiliriz; “Taraftar tarafından güzel anılmak benim için çok önemlidir. Ben her zaman insanlarla diyalog halinde olmayı çok seven bir insandır. Her insan aynıdır benim için. Hiçbir insanın birbirine üstünlüğü yoktur benim gözümde. Benden istenilen bir şey veya yardım varsa elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. Eğer biraz olsun yardımcı olabiliyorsam bu beni çok mutlu eder.” Bu özelliğine benzer bir örneğe, sıkça değindiğimiz o ilk röportajında da rastlıyoruz. Malatya’dan Çanakkale’ye ilk yatılı gittiğinde yaşadığı zorlukların nasıl üstesinden geldiğini anlatıyor ve bu esnada da arkadaşı Erdoğan’ın hakkını asla yemiyor; “Senede bir yada iki defa Çanakkale’ye gidiyordum. (`Ayrılığa iyi dayanmışsın` sorusuna) İlk zamanlar kaçmayı düşündüm. Daha önce maçlar nedeniyle 1-2 günlüğüne evden ayrı kalıyordum. Çanakkale’ye ilk gittiğimde tesiste uyurken, `Allahım nereye geldim ben?` dedim. Çıkamıyorsun, hiçbir yeri bilmiyorsun. Valizimi hiç bozmadım, bir arkadaşımı arayıp otogarı sordum. Geri dönüp futbolu bırakacağım, futbolcu da olmak istemiyorum dedim kendime! Çok zor geldi çünkü. Arkadaşım `ne yapacaksın otogarda?` diye sorduğunda cevap vermedim. Kaçacağımı anlayıp takip ettiler. Benimle daha çok ilgilenmeye başladılar. (`Kimdi bu arkadaşın` sorusu üzerine) Erdoğan’dı adı. Sakatlık geçirip futbolu bıraktı. O olmasa belki burda olamayacaktım!”

İşte Mehmet Topal’ın neden yetenekten bağımsız büyük bir futbolcu olduğu ve neden onore edilmeyi her zaman hak ettiği, biraz ipuçlarında gizli değerli okurlar. Kendisi bir GVGF iken ilk röportajında söylediği; “Bana zaten Mehmet Topal diyemiyorlar; ya Mehmet Topuz, ya Mehmet Polat diyorlar! Ama buna canım sıkılmıyor, sebebi az tanınmış olmak. Alışacaklar elbet yavaş yavaş. Ezberleteceğim adımı!” cümlesinden bu yana 9 sene geçmiş durumda. Şimdi aracının kör kurşuna hedef düştüğü o melun kazada, kendisi tecrübeli milli futbolcu konumundayken yanındaki GVGF Uygar için sarfettiği “Kendimden çok Uygar kardeşimi düşündüm. Kendimi geçtim, ya ona bir şey olsaydı?” cümlesi, neden Mehmet Topal’ın bu yazının mevzubahsi olduğunun ayinesidir. İlk röportajını verdiği derginin kapak fotoğrafında yer alan, Galatasaray’a onunla aynı gün transfer edilen Junichi Inamoto’yu da, isminin karıştırıldığı Mehmet Polat’ı da, aynı takımda sürekli yedeğinde bekleyen isminin diğer sinonimi Mehmet Topuz’u da kariyer olarak geride bırakan; Anadolu insanının ruhundan aldığı güçle, istikrar ve görev adamı yönüyle ve kendisini hem Galatasaray hem Fenerbahçelilerin takdir edebildiği ender oyunculardan biri yapan o karakteriyle bize “büyük” oyuncu portresi çiziyor Mehmet Topal. Sen var ol be örümcek; Linderoth’u kesmiş adamsın sen, Josef de kim!

topal_KTCIF

Yorum bırakın