Dünden Bugüne “Arda Turan”

“Bayrampaşa’da Yahya Kemal İlköğretim Okulu’nda okudum. Çok çalışkan bir öğrenciydim, okulla bilgi yarışmalarına giderdim. PAF Takım’dan Şehremini Lisesi’nde beraber okuduğum arkadaşlarım takılırlar zaten bana, `Lise 1’i senin sayende geçtik` diye. Babamın çok geniş bir genel kültürü olduğuna inanıyorum. Ondan çok şey öğrendim. Çok şeker bir ailem var. Etrafımda bana zarar verecek insan olduğuna inanmıyorum. Her zaman kendime söylerim; sen iyiysen, karşındaki kötüyse bile sana iyi davranmak zorunda kalır en sonunda.”

Bu cümleler, Arda Turan’ın Bülent Timurlenk ile yaptığı ve 2006 yılı Eylül ayında Galatasaray Dergisi’nde yayınlanan röportajından alıntıdır. Tam 12 sene önce yayınlanmış bir röportaj. Arda Turan belki şu anda bu röportajın varlığından bile haberdar değil. Ya da belki de haberdar ve aklına geldikçe, o zamanki “Arda” ile bambaşka röportajlar veriyor iç dünyasında. Tam 12 sene… Bu yazıyı okuyan siz değerli okurlar, eğer hasbelkader 12 sene öncesini hatırlıyorsanız; 12 senelik süre zarfında ne kadar değiştiğinizi, belki olumlu belki olumsuz, ama elbet ki “değiştiğinizi” kabul edeceksinizdir. Belki daha da olgunlaştınız. Belki hedeflerinize ulaştınız ve 12 sene öncesine göre çok daha kaliteli bir hayat yaşıyorsunuz. Belki de hedeflerinizin hiç birine varamadınız, belki depresyondasınız… Velhasıl, 12 sene önemli bir süredir. Ben de 12 senede çok değiştim bu satırların yazarı olarak. En basit olarak o zaman Lise 1’e yeni başlamıştım, şimdi çalışıyorum profesyonel olarak. Herkes değişti. Dünya değişti. Elbette ki, Arda Turan da değişti.

Arda Turan’ı ilk defa 9 Ağustos 2006 tarihinde oynanan Galatasaray – Mlada Boleslav maçında seyretmiştim. O tarihte Arda Turan ile pek fazla bir statü farkımız yoktu. İkimiz de gençtik ve geniş kitlelerce tanınmıyorduk. İkimiz de “tribündeydik”. Sadece bir farkımız vardı. Arda Turan “yetenekliydi” ve ikimizin arasındaki o farkın fersah fersah açılmasına çok az kalmıştı. Genç yeteneğin bir yıl önceki başarılı Vestel Manisaspor performansı, kiralık gittiği süreyi çok kısaltmıştı ve “o zamanki hayallerinin” takımına çok çabuk geri dönmüştü. O gün, Eric Gerets gibi bir şansa sahipti ve 19 yaşında, bir Şampiyonlar Ligi eleme maçında, 20 milyonluk bir camianın kahramanı oldu bir anda. O maçta rakip ceza sahasına kapalı tribün önünden sokularak, 3-4 kişinin arasından topu çekip çıkarmasını ve neredeyse sıfıra inip ordan topu ağlarla buluşturmasını hala dün gibi hatırlarım. Mlada Boleslav maçı, Arda Turan’ın işinde son derece mahir bir köstebek gibi sahada açmadık tünel, korner direkleri dahil ayak basmadık yer bırakmadığı; 2 gol 1 asistlik muazazam bir performans gösterdiği, eşsiz bir “doğuş” idi. Ve bu doğuşun akabinde bir “yetişme” dönemi olacaktı. Arda Turan o sezon çok kötü giden Galatasaray’da parlayan belki de tek yıldız, bir sonraki sene kazanılacak şampiyonluk yolunda takımın temel taşı; hemen akabinde Milli Takım ile Avrupa Şampiyonası’nda kazanılan üçüncülük yolundaki gol ve asistleriyle ulusal bir kahraman idi. Artık “genç yetenek” değil, Avrupa çapında bir yıldızdı. Yazının tam da bu noktasında, Eylül 2006’daki o röportajdan bir alıntı daha paylaşayım izninizle: “En rahatsız olduğum konu bu; fakat hayatımda hiçbir şeyi değiştirmedim. Ben aynı Arda’yım. Şımarmak eylemi nedir bunu bile bilmiyorum. Ben karakterim gereği, mesela takım içinde espri yaparım, ağabeylerimi güldürürüm. Ben daha hiçbir şey yapmadım ki! Oynadığım maç sayısı Galatasaray’da 4, A Milli Takım’da 1. Ben aile terbiyesi aldım, hayatım boyunca aileme çok güvendim. Şımarmak neyse, benim ailemden aldığım terbiyem buna izin vermez. Bence insanların şımarır mı, şımarmaz mı yerine bizlere güven aşılaması gerekiyor.”

Benim görüşüm odur ki, bir şeye yeteneği olan insanların “şımarması” son derece normaldir. Çünkü o insanları diğer fanilerden ayıran ve dünya döndükçe ölümsüz kılacak olan o şeydir “yetenek”. İngiliz William’ı “William Shakespare” yapan, 600 senedir yürekleri titreten ve daha da titretmeye devam edecek o soneleri kağıda dökebilmesi değil midir veya Luciano’yu “Pavarotti” yapan, duvarları delen o eşsiz tenor sesi… Hiç şüphesiz ki yetenekli insanın egosu vardır, egolarını tatmin etmek isterler, haklarıdır da. Arda Turan, kendisini Türk futbol tarihinin en kariyerli futbolcusu yapacak o yetenek yolunda yürürken, haklı olarak kendisini “şımartacaktı” biraz. 400 bin Euro’luk SLS’lere binmesi, Türkiye’nin en güzel kadınlarından biriyle sevgili olması, ünlü oyuncularla yenilen yemekler, eğlence mekanları… Arda Turan’ın asıl muhatabı olması gereken Galatasaraylı taraftarlar (Galatasaray’ın önüne “gerçek” de koyabiliriz) tarafından bunların herhangi bir önemi yoktu ki? Onlar 4-3 kazanılan Bordeaux maçındaki oyununa karşılık aralarında para toplayıp Arda Turan’a 10 tane daha SLS almaya hazırlardı (ne tesadüftür ki o maçı da yerinde izleyenlerdenim). Ama kamuoyu kendine çok dert etti o SLS’i, güzel kadını, Behlül’ü… “Şımardı” dediler. Arda Turan için belki de ilk kariyer dönemeci oldu; “ben şımarmadım” kanıtına girmeye çalışması. Ağladı televizyonda. Performansı düştü. Enteresan sakatlıklar… Çok sevdiği Galatasaray taraftarı ile bağı zayıfladı. Her şeyden öte kariyerini kurtarması gerekiyordu. Krizi fırsata çevirdi, Fatih hocasından izin aldı (o zaman baba oğul gibilerdi tabii), çok sevdiği takımına da para kazandırdı, Madrid günlerine başladı. Belki de çok daha önce başlamalıydı. Onunla beraber kurulan yepyeni bir takımla, inanılmaz başarılar elde etti. Çok fazla detaylandırmaya gerek yok. Öyle bir performanstı ki bu, ona Barcelona’nın yolunu açtı. Bir Türk oyuncusu Barcelona’ya transfer oluyordu. Galatasaray, Atletico ve Barcelona. 41 milyon euro’ya… Barça’daydı.

Yüzde 99,9999…9 oranında Arda Turan bu yazıyı okumayacak ve ben de aynı oranda onla tanış(a)mayacağım ama eğer Arda Turan’a bir soru sorma hakkım olsa; “Zirveye çıkmak mı zor, yoksa zirvede kalmak mı?” diye sorardım kesinlikle. Sahadaki performansından daha çok; Madrid’deyken her konuğuna Prado müzesini gezdirdiği günlerden, adının çirkin magazin olaylarına karıştığı bu günlere… (Prado müzesi detayını bir röportajından hatırlıyorum) Arda Turan sadece 4 sene önce Türkiye’nin yüzlerinden biriydi. Espanyol karşısında Barcelona ile ilk kez sahaya çıktığı Kral Kupası maçında yaşattığı heyecanı kim unutur? Şimdi nasıl olur da ülkede toplasanız sadece 20.000 kişiye sempatik gelecek bir takımda oynarken, hakemin yakasını sıktığı için neredeyse yarım sezon futboldan men edilen bir figür haline gelir Arda Turan? Dahası sosyal medyadan tehditler, yaşça büyük gazetecilerin boğazına sarılmalar, silahlı hastahane baskınları… Zirvede kalmak için ne yapmak gerekir? Kimlerle yaşamak; kimlerden, nelerden uzak kalmak gerekir? Yeteneğin insanı ölümsüz yapacağı yerde, insanın kişiliğini zehirlemesi ne kadar acıdır?

Yeteneğini kullanarak kendisini ölümsüz kılabilen şanslı fanilerden, AS Roma efsanesi Francesco Totti, en verimli çağında Real Madrid’e transfer olup olmayacağını soran bir gazeteciye şu cevabı verir: “Okulda bize ailenin en önemli şey olduğunu öğrettiler. Sen hiç zavallı ailesini bırakıp zengin yabancılarla yaşamaya giden birini duydun mu?” Yazının başındaki ve ortasındaki kesitlerde, Arda Turan’dan da ailenin önemiyle ilgili cümleler duymuştuk. Ama anlaşılan Arda Turan, aile kavramını Francesco Totti’den çok daha “dar” görüyor ki; bu seneki Galatasaray-Başakşehir maçında tepki gördüğüne ilişkin soruya şu cevabı verebiliyor: “Allah gerçekleri biliyor. Ben Allah için yaşıyorum insanlar için değil… Gerçekler bir gün ortaya çıkacaktır. Çok böyle maç oynadık. Çok statta ıslıklandık. Alışığız artık bu tür durumlara. Türkiye’de oynayınca böyle tepkilere alışıyorsunuz.” Doğduğunuz ve büyüdüğünüz camianın taraftarına “insanlar”, gösterdiği haklı veya haksız tepkiye ise “alışığız artık bu tür durumlara” derseniz; düşüşünüzde sarılacağınız en önemli can simidini de söndürmüş olmaz mısınız? Ünlü düşünürün de söylediği gibi “sadece soruyorum”…

Arda Turan, şüphesiz ki herkese, daha da ötesinde her futbolcuya bahşedilmeyen özel bir yeteneğe sahip. Önceki sefer, içinde bulunduğu darboğazdan bu yeteneği sayesinde kurtulmuş ve Avrupa’nın zirvesine tırmanmış bir futbol yeteneği. Belki o zaman olduğu gibi şimdi de başarı basamaklarını tekrardan tırmanacaktır. Ama o zamanla bu zaman arasındaki farklar; tehdit, silahla baskın, boğaz sıkmalar, ilerleyen yaş ve doğup büyüdüğünüz 20 milyonluk camiadan gelen yuhalamalar…

Dünden bugüne dünya değişti. Herkes değişti. Arda Turan da.

Yorum bırakın